2020 îtibâriyle, 23 Nisan’ın 100. yılındayız. Bugün; Hacı Bayram Câmii’nde, Cuma namazı kılındıktan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin duâ ve tekbîrlerle açıldığı kutlu gündür!..
Bilindiği üzre, bizde, ilk meclis, 23 Aralık 1876 tarihli Kanun-i Esasi’ye/Anayasa’ya göre kurulan ve 19 Mart 1877’de Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından açılan Meclis-i Mebûsan’dır.
23 Nisan’da açılan yeni meclis, altıyüz yıllık cihânşümûl Osmanlı Türk Devleti’nin sona erdiğinin ve yeni bir Türk devletinin kurulmakta olduğunun işâretini veriyordu. Tabiî ki, hiçbir şey hazır değildi. Verilecek çok büyük mücâdele değil, ölüm/kalım savaşı önümüzde duruyordu ve Anadolu boydan boya kâfir işgali altındaydı.
TBMM’nin açılışının ertesi günü, Mustafa Kemal, Meclis Başkanlığı’na seçiliyor ve Türk İstiklâl Harbi’ni de resmen ve fiilen başlatıyordu. 5 Ağustos 1921’de Başkomutan olur olmaz, 12 Ağustos 1921’de Polatlı’da ordunun başına geçiyor ve 13 Eylül 1921 tarihinde, 22 gün 22 gece sürecek olan Sakarya Meydan Muharebesi’ni zaferle sona erdiriyor ve kendisine, 19 Eylül 1921’de hem Gâzilik ve hem de Mareşallik ünvanı veriliyordu.
Sıra, Büyük Taarruz’daydı. Bunun için, 20 Ağustos 1922’de Alaşehir’e gitti.
Nihâyet; O’nun komutasındaki Türk Ordusu, 26 Ağustos 1922 sabahı başlattığı taarruzdan, 30 Ağustos 1922 sabahında zafere ulaşacak, kısa bir süre sonra da, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emriyle, son kalıntılar İzmir’de denize dökülecektir.
Tabiîdir ki, hiçbir şey, burada yazdığım gibi kolaycacık olmamıştır. Bunu anlamak için, düşman mermisi aldındaki o ıssız dağların ağustos ateşini hissetmek lâzımdır.
İşte bu şartlar öncesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılacak; ve bir yıl sonra ise, 23 Nisan 1924 tarihinde Mustafa Kemal Paşa tarafından (Mustafa Kemal Paşa’ya, 24 Kasım 1934’te Atatürk soyadı verilmiştir) bayram ilân edilecek, bundan beş yıl sonra, 23 Nisan 1929 tarihinde ise, yine Mustafa Kemal Paşa tarafından çocuklara armağan edilerek Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanacaktır.
Bizim, Türk milleti olarak, dînimizin emrettiği başımızın tâcı ve gönlümüzün ilâcı, iki mübârek bayramımız vardır. Zamanları geldiğinde, huşû, coşkunluk ve birlik rûhuyla kutladığımız bu bayramlarımız, Ramazan ve Kurban Bayramları’dır.
Yine, gururla kutladığımız dört tane de millî bayramımız bulunmaktadır.
Bunlar: 19 Mayıs 1919 Atatürk’ü Anma, Gençlik Ve Spor Bayramı; 23 Nisan 1920 Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı; 30 Ağustos 1922 Zafer Bayramı ve Türk Silâhlı Kuvvetleri Günü ve 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramı’dır.
Bu bayram günlerimizde, şanlı târihimizin derinliklerine iner, ecdâdımızın yaptıklarından ibret alır, onların sesini nabızlarımızda yaşar ve iftihar ederek geleceğe yürümek azmi kazanırız.
Şahsen, benim, çocukluk ve gençlik dönemlerimin unutulmaz hâtıralarıyla dolu olan bu bayramlarımız, ne yazık ki, son zamanlarda arzu edilen bir heyecan ve hevesle kutlanamamaktadır.
Kırk yıl, elli yıl değil, altmış/altmış beş yıl evvellerde bile, her seviyeli okulda, haftalar öncesinden hazırlıklar yapılır; ders hârici zamanlarda, ilgili öğretmenlerin ve bilhassa beden eğitimi öğretmenlerinin nezâretinde, bando takımları eşliğinde marşlar söylenir, her nabızda kendini hissettiren millî şuûr nakışları işlenir; uygun adım yürüyüşler, belli bir disiplin içinde velilere güven verecek derecede yapılır ve bu heyecana herkesin katılması sağlanırdı.
Gönül ferahlığıyla söylüyorum: Elbette ki, yokluk vardı. Cızlâvet lâstik ayakkkabılıydık. Oynadığımız top yamadandı. Başımızda, sarı şeritli ayyıldızlı şapkalarımız, sâdece bir k(ı)ravatımız ve onu takacağımız bir gömleğimiz vardı ammâ davul gibi kabaran/kabartılan göğüslerimiz vardı.
Baharın gelmesi, rengârenk çiçeklerin açması, çeşit çeşit kuş ötüşlerinin her tarafı şenlendirdiği bu günler, çocukluk ve gençlik gönüllerimizi de tâzelerdi.
Bulunduğumuz mekânın mülkî ve idârî büyüklerini görür, bakkaldan berbere kasaba, manifaturacıdan manava, kalaycıya, nalbura kadar bütün esnaf bir gün evvelden ayyıldızlı bayrağımızı dükkânına asar ve meydanlarda halaylar çekilir, horonlar tepilirdi.
Böylece; istiklâlin, hürriyetin ve birbirine güvenmenin şuûruyla, üste- başta, bugünkü gibi değişik elbiseler, ayakkabılar ve gömlekler bulunmasa bile, yüzler, huzurla gülerdi.
23 Nisan’ın mânasını anlayabilmek için, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919’un şartlarının çok iyi tahlil edilmesi gerekir. O şartları tahlilden mahrûm olmak, tamamen, gaflet içinde bulunmakla eştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının birinci yılında yâni 23 Nisan 1921’de, Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği şu cümleler, durumun esasına nüfûz etmektedir:
“Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple; millî istiklâl bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettiği takdirde, insanlığı teşkil eden milletlerden herbiriyle medeniyet gereği olan dostluk, siyaset münâsebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar amansız düşmanıyım.”
Mes’ele budur!..23 Nisan’ın 100. yılını bu yüksek şuûrla kutlamamız gerekir.