Alp Er Tunga bilinen en eski Türk Başbuğudur. MÖ 625 yılında vefat etmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar onun efsanevi (hayali) biri değil, çok önemli tarihi şahsiyetlerden biri ve Saka Türklerinin dünyanın en büyük devleti olmasını sağlayan komutanı olduğunu göstermektedir.
Belki Özbekistan’da tespit edilen alanda mezarı yakında açılacak ve bazı yazılı metinlere ulaşılacak, tarihimizle ilgili bambaşka ufuklar açılacaktır inşallah.
Alp Er Tunga’nın Yuğ töreninde ne çok sagu söylenmiştir kim bilir. Ne çok gözyaşı akıtılmıştır…
1071-1074 yılları arasında yani Alp Er Tunga’nın ölümünden tahminen 1700 yıl sonra Kaşgarlı Mahmut’un kaleme aldığı Dîvânı Lugâti't-Türk adlı eserde yer alan 4+3=7 heceli dörtlükler o yıllarda Türk coğrafyasından derlenmiş ve bu sayede sözlü dönem Türk edebiyatının bu ölümsüz mısraları günümüze ulaşmıştır.
Divanı Lügat’it Türk, yazılışından 1910’lu yıllara gelinceye kadar varlığı şöyle böyle bilinen bir hazinedir ve Ziya Gökalp’ın ısrarı, Talat Paşa’nın himmeti, Kilisli Rıfat’ın emeğiyle üç ciltlik tıpkıbasımı yapılır.
1932’de Atatürk’ün yakın ilgisi, yine Kilisli Rıfat çalışmasıyla günümüz Türkçesiyle üç cilt olarak yayımlanması için 850 yıl geçmesi gerekmiştir.
Yüzyıllarca hiç haberimiz olmadan gizli kalmış, çok zahmetli yollar aşarak günümüze ulaşmış bu Alp Er Tunga sagusu (ağıt) örneğini lise yıllarından hatırlamayan yok gibidir.
1700 yıl boyunca hiçbir yazılı kaynakta rastlanmayan bu dörtlükler Türk coğrafyalarında nasıl unutulmadan varlığını devam ettirmiştir?
Nesilden nesile geçen kahramanlık ruhunun en belli başlı kültür varlıklarıdır bu sagular… Anlaşılıyor ki bozkırda uzun kış gecelerinin sosyal yaşantısı boyunca ak saçlı alpların anlattığı destansı hikâyeler içine serpiştirilip tekrarlana tekrarlana varlığını korumuştur...
Kaşgarlı Mahmut’un eserinde rastladığımız savlar (atasözleri) ve sagular (ağıtlar) sözlü edebiyat geleneğinin gücünü en güzel anlatan belgelerdir.
Rivayet edilir ki bağlamayı ilk icat eden de Alp Er Tunga’dır. Ve şu ifade ile anlatılır bu icat:
Kurumuş bağırsağı ağaçtan kola sarıp ses çıkarmaya çalışırken oradan geçen biri türkü söylemektedir. Sesi çok yanık ve etkileyicidir. Daha sonra aynı adam geri dönerken yine türkü söylemektedir ve o ses gitmiştir… Şaşırır Alp Er Tunga, adama seslenir:
-Sen nereye gidip döndün, diye. Adam:
-Kayın atam ve kayın anama uğradım.
-Ne yaptın orada?
-Karnım açtı, yemek yedim…
Alp Er Tunga birden şöyle düşünür:
“Adamın karnı açken sesi daha güzel çıktığına göre bu ağacın içini oymakla bu bağlamadan daha güzel ses çıkabilir” der. Böylece bağlamayı geliştirecek kapıyı aralar…
Bu zamandan 1700 yıl sonrasına uzanan yolda sözü saza koşarak ikiz söyleme kültürü gelişmiş ve ozanlar tarafından bu sagular çalınıp söylenmiş olamaz mı?
O asırlarda ses kayıtları ve nota bilgisi olmadığı için elde kalan sadece bu dörtlüklerdir.
Edebiyat dersleri ve yılsonu programlarında bu saguyu bağlama eşliğinde seslendirdik öğrencilerimizle. Alp Er Tunga’yı anmaya çalıştık…
Bu çalışma örneğini paylaşıp tarihe not düşmek istedim.
ALP ER TUNGA SAGUSU
Alp Er Tunga öldi mü
İsiz ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur
Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür
Begler atun argurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sargarup
Körküm angar törtülür
Günümüz Türkçesiyle:
Alp Er Tuna öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek (böylece) öcünü aldı mı?
Şimdi yürek(ler onun ölümünün acısı ile) yırtılır
Erler kurt gibi uludular
Bağrışıp yakalarını yırttılar
Islıklaşmış sesle ağıt yaktılar
Göz yaşlarla örtülür
Beyler atlarını yorarak geldiler
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı (ki)
(Sanki) onlara safran sürülmüştür (sanırsınız)
NOT: "Alp Er Tunga" derken Alp’ın okunuşu kesinlikle kalın ( l )’dir. Son zamanlarda sıkça gördüğümüz tarih dizilerinde “Alplar” hitabı ince ( l ) ile seslendirilip “Alpler” şeklinde söylenmektedir.
Tıpkı Alpay derken söylediğimiz gibi Alp, Alper, Alperen, Alpaslan isimlerini kalın ( l ) ile okumalıyız.