Vefâtının 53. yılında, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’den söz etmek istiyorum. Bugüne kadar, O’nun hakkında birçok makale yazdım, konferans verdim ve tebliğ sundum. Yeter mi? Elbette ki, yetmez!..
Bizim öyle değerli insanlarımız vardır ki, hakîkaten, onların herbir vasfını anlatabilmek bile çok zaman alır.
Kâşgarlı Mahmudlar’dan, Yusuf Has Hâcibler’den, Ahmet Yesevîler’den, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmîler’den Yunus Emreler’den, Şeyh Galibler’den, Fuzûlîler’den, Yahya Kemaller’den, Mehmet Âkifler’den, Necip Fâzıllar’dan, Nihâl Atsızlar’dan, Peyami Safalar’dan...günümüze ulaşanlardan biri de hiç şüphesizdir ki, Başgil Hoca’dır.
Doğduğu ilçe olan Çarşamba’da, O’nun hakkında, 2011 yılında, Çarşamba Belediyesi tarafından düzenlenen “Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil ve Çarşamba Sempozyumu”nun üçüncüsüne sunduğum “Cephe’den Kürsü’ye Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil” başlıklı tebliğime giriş cümlelerim aynen şöyledir:
“Nezdimizde; “cephe” ve “kürsü”, hangi mekân ve zamanda olursa olsun, birbirlerine tercih edilemeyen iki üstün mertebedir. Bir insanın cephe’den kürsü’ye yâhut da kürsü’den cephe’ye intikalinde, şâyet gönül esas unsur ise, aynı huşû, aynı samimiyet, aynı haşmet ve aynı mukaddeslik mevcuttur, demektir.
Vatan müdafaası mevzubahis olunca, her cephe bir kürsü olur çıkar; zîra, vatan olmayınca “kürsü”nün varlığından endîşe edilir. Aynı şeyi vatanın elde tutulması ve geliştirilmesi hususunda “kürsü”nün ulvî mevkii için söyler; ilmin, insan olmanın temel şartlarından en mühimi olduğunu beyan ederiz. “ (Bknz. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Cevdet Yılmaz, Çarşamba Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun 2011, Sf. 171)
Niçin “cephe” ve niçin “kürsü” diyorum? Öyleyse, kısa bir îzahta bulunmalıyım: Ali Fuat Başgil, 1893 yılında Samsun ilinin Çarşamba ilçesinde doğmuştur. İlk ve ortaokulu orada okumuş ve İstanbul’da lise tahsiline başlamıştr. Birinci Dünya Harbi’nin çıkması üzerine tahsilini yarıda bırakarak, yedeksubay olarak Kafkas Cephesi’nde dört yılı aşkın bir süre görev yaparak terhis olmuş ve İstanbul’a dönmüştür.
Zor ve çetin yıllardır, demek dile kolay!..Sefâletin ve yokluğun her türlüsünün mevcut olduğu zamanlar!..Hâliyle; ne yapacağına bir türlü karar veremez.
Bu durumu, mutlaka okunması gereken bir ibret numûnesi olarak, ilk baskısını 1949 yılında yaptığı “Gençlerle Başbaşa” adlı kitabında şöyle ifade eder:
“Birinci Dünya Harbinde, dörtbuçuk sene, Kafkaslarda cepheden cepheye koştuktan ve bu felâketli harbin bütün sefâlet ve ızdıraplarını çektikten sonra, nihâyet İstanbulda terhis edildim. Terhisimin ilk haftalarında müthiş bir âvârelik ve kararsızlık içinde kaldım. Ne yapmalı ve hayatta nasıl bir yol tutmalıydım? Yarım kalan tahsilime devam mı etmeliydim; yoksa terhis edilen birçok arkadaşlarım gibi, tahsilden vaz geçip bir iş hayatına mı atılmalıydım? İçimi kemiren bu tereddüdü yenemiyor, bir türlü karar veremiyordum. Görüp konuştuğum kimseler beni hep tahsil hayatından soğutuyor ve bir iş tutmaya teşvik ediyordu. Bir aralık, Sirkeci kahvelerinden birinde genç bir tüccar hemşehrime rastladım. Mal almaya gelmiş. Bana ne yapacağımı ve ne iş tutacağımı sordu. Ben de kararsız olduğumu, fakat gönlümün tahsile dönmiye aktığını söyledim. “Şaşarım aklına, okuyup ta kütüphane faresi olacağına, benim gibi iş yap da para kazan” dedi.
Bilâhare hırsının kurbanı olup genç yaşında ölen bu tüccar hemşehrimin sözleri, zaten sallanan içimi, bütün bütün alt üst etti. Âdetâ şaşkına dönmüştüm.
Nihâyet, ilmine ve kemâline derin bir hürmet beslediğim ve kendisinden feyz aldığım, Şevketi Efendi isminde eski müderrislerden bir zat vardı. Bu zatı ziyaret edip fikrini öğrenmiye karar verdim ve kendisini Çarşıkapıdaki evinde ziyaret ettim. Hoşbeşten sonra, Hoca bana ne yapacağımı sordu. Ben de kendisine kararsızlığımı anlattım. Bana şunları söyledi: “Tereddüdü bırak ve tahsile devam et. İnsan ihtiyarlığına kadar ömrünün her çağında iş hayatına atılabilir ve az çok muvaffak da olur. Fakat okuyup öğrenmenin muayyen bir çağı vardır. Sen bugün bu çağdasın. Bu çağı geçirirsen ona bir daha dönemezsin ve istidadını heder etmiş olursun. Okuyup öğren de, sonra istersen tüccar ol. Bunda zararın olmaz.”
(...) Allah, Şevketi Efendi merhûmu nûr içinde yatırsın.” (Bknz. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Gençlerle Başbaşa, Baha Matbaası, İstanbul 1959, Sf. 58)
İşte, “cephe”den “kürsü”ye yürümek budur!..
Genç Başgil, bu sözler üzerine yolunu çizer ve yarıda bırakıp cepheye koştuğu lise tahsilini, Paris’te Saint-Barbe ve Buffon Liseleri’nde tamamlar (1921). Ardından, Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Paris Hukuk Fakültesi’nde, “La Question des Detroits/Boğazlar Meselesi” konulu doktora tezini 1928’de verir.
Daha sonra; Paris Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü ile, Paris Siyâsî İlimler Merkezi’ni bitirir. Ayrıca, Lahey Devletler Hukuk Akademisi’nin derslerine devam ederek buradan da mezun olur.
Ord Prof. Ali Fuat Başgil, esas konusu hukuk olmak üzere pek çok sahada esere imza atmıştır. Bunlar:
La Vie Juridique des Peuples(1939), Klâsik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi (1938), Esas Teşkilât Hukuku Dersleri (3 Cilt, 1940), Türkiye İş Hukuku (1940), Vatandaşın Türkiye Büyük Millet Meclisine Müracaat Hakkı (1944), Hukukun Ana Müessesesi ve Meseleleri (1947), Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948), Türkçe Meselesi (1949), Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı (1948). Demokrasi ve Hürriyet (1949), Gençlerle Başbaşa (1949), Din ve Lâiklik (1954), Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri ( 2 Cilt, 1960), 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri (1963).
Türk ilim ve fikir hayatının önemli bir temsilcisi olan Başgil Hoca’yı rahmetle anıyorum. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!..