Avrupa’yı hızla saran ve gittikçe yayılmaya başlayan, Türkiye’de de etkisinin görülmeye başlandığı, adını uçlarda yaşanan eğlence ve tüketim anlayışıyla ortaya ilk çıktığı yerden alan “Kaliforniya Sendromu” hakkında Uzman Klinik Psikolog Ramazan Uslu ile konuştuk. “Kaliforniya Sendromu”nu kavrayabilmek ve dinamiklerini daha iyi anlayabilmek adına Uslu bizlerle şunları paylaştı:
“Sosyal hesapların çokça kullanılmaya başlanmasıyla insanların eşiyle, çocuklarıyla, akrabasıyla ve arkadaşlarıyla ilişkisinin azaldığı bir döneme giriyoruz. Hatta girdik. Eskiden insanlar; çalışır, evin işleriyle ilgilenir, konu komşusunun yardıma ihtiyacı varsa onlara yardımcı olur, akşamları da evlerinde bazen hal ile bazen dil ile sohbet ederlerdi. Bugün babalar sadece işe gidiyor. Eve gelince ‘çok yorgun olduklarından bir dinlenme aracı olan telefonları ve sosyal hesaplarıyla vakit geçiriyorlar!’.Genelde “okul nasıl, sınavdan kaç aldın?” gibi soruları çocuklarına yönelterek, onlara karşı görevlerini yerine getirmiş oluyorlar. Anneler de hakeza, ev ya da iş ortamında bir hayli yorulup, huzuru telefonlarında buluyorlar! Peki, böyle ailelerde yetişen çocuklara ne oluyor? Onlarda ailelerinden öğrendikleri bu durumu kopyalayarak, okuldaki yorgunluklarını sosyal hesaplarıyla dinlendiriyorlar. Peki, nereye doğru gidiyoruz farkında mıyız?“Benmerkezci” ve “hedonist” düşünceler tarafından beslenmeye başlanan gençlerin, zamanla “Dünya yansa umurumda değil. Banane.” diyebilecek hale geldiğini görüyoruz. Aslında kimseyi düşünmeme durumunu, demin bahsettiğimiz gibi biz evlerimizde öğretiyoruz. İşten geliyoruz, kahveden geliyoruz, günden geliyoruz ve elimize telefonu alıp, ev halkına “Şuan sizin ihtiyaçlarınız benim umurumda değil. Ben yorgunum. Şimdi beynimi uyuşturmak için biraz sosyal hesaplarıma bakmam lazım.” diyoruz.Peki, sosyal hesaplarımızda ne var? Her an mutlu olan, hayatlarında hiçbir sorun olmayan, parası bol olan, sürekli gezip eğlenen, mükemmel dış görünüşe sahip insanlar! Bu durumlara maruz kaldıkça bir de görüyoruz ki aslında bizde çok mutluyuz, her şey yolunda, eğlence, para, güzellik derken hazzın iyi, acınınsa kötü olduğunu kodluyoruz kendimize ve acıdan kaçınmaya çalıyoruz. Yavaş yavaş bizim dışımızdaki insanların önemsiz olduğunu, bize acı veriyorsa görüşmemize bile gerek olmadığını kendimize kanıtlıyor ve zamanla, acı veren her şeyden uzaklaşıyoruz. Yalnızlaşıyoruz. Yalnızlaştıkça değişen dengelerimizi toparlamak için daha fazla hazza ihtiyaç duyuyor, daha çok tüketiyor, bedensel zevkleri her şeyin önüne alıyor ve sadece bizim olduğumuz bir dünyaya doğru yol alıyoruz.” Tam bu noktada “Kaliforniya Sendromu” ile baş başa kalacağımızı söyleyen Uslu şöyle devam etti: “ Daha çok hazzın peşinde koşan, hayatı bedensel zevkler, güzellik, para ve eğlenceden ibaret görmeye başlayan bireylerin yanında bir insan can çekişiyor dahi olsa umurunda olmaması diye basitçe ifade edebiliriz modern çağın bu sendromunu. Oysa bizim kadim geleneğimizde “Her şey zıttıyla kaimdir. Kıymetlidir.” düşüncesine dayanarak, acının insanı geliştiren, büyüten, olgunlaştıran şey olduğu çokları tarafından deneyimlenmiştir. Oysa bu yeni sendrom tamamen acıdan kaçmaktadır. Daha gelişmemiş, büyümemiş olgunlaşmamış insan, sadece haz peşinde koşarken, bir noktadan sonra elindeki sınırlı kaynakları tüketecek ve sadece yalnızlığıyla baş başa kalacak, daha fazla haz elde edebileceği şey kalmayan insan; intihara kadar sürüklenecektir çünkü daha fazla hazzın olmadığı bir dünya yaşamaya değmez haldedir onun için.”Sosyal medyanın yanında, tüketim çılgınlığının, bedensel zevklere odaklı olmanın da Kaliforniya sendromuna zemin hazırlayan çok temel unsurlardan olduğunu söyleyen Uslu, son olarak şunları ekledi: “Sevgili anne ve babalar sosyal medya’nın sizi dinlendirdiği ilizyonundan kurtulun sosyal medyanın insanı sadece uyuşturduğunu görün. Uyuşmuş olan insan, önüne getirilen her şeyi alma durumundadır. Nereye sürükleneceğinizi kestiremeyebilirisiniz. Ayrıca unutmamalısınız ki çocuklarınız sizi örnek alıyor fakat sizden daha çok tehlikeyle karşılaşma olasılıkları var. Kaliforniya sendromuna karşı, toplum olarak bir şeyler yapmak zorundayız. Benim burada ailelere önerim: çocuklarınıza birbirinizle vakit geçirmenin kıymetli olduğunu, akraba, komşu ya da tanımadığımız kimselere yardımın huzur getirdiğini ve acının kaçınılması gereken değil yaşandığında insanı geliştirip olgunlaştıracak bir şey olduğunu öğretmemiz gerektiğidir.”
“Sosyal hesapların çokça kullanılmaya başlanmasıyla insanların eşiyle, çocuklarıyla, akrabasıyla ve arkadaşlarıyla ilişkisinin azaldığı bir döneme giriyoruz. Hatta girdik. Eskiden insanlar; çalışır, evin işleriyle ilgilenir, konu komşusunun yardıma ihtiyacı varsa onlara yardımcı olur, akşamları da evlerinde bazen hal ile bazen dil ile sohbet ederlerdi. Bugün babalar sadece işe gidiyor. Eve gelince ‘çok yorgun olduklarından bir dinlenme aracı olan telefonları ve sosyal hesaplarıyla vakit geçiriyorlar!’.Genelde “okul nasıl, sınavdan kaç aldın?” gibi soruları çocuklarına yönelterek, onlara karşı görevlerini yerine getirmiş oluyorlar. Anneler de hakeza, ev ya da iş ortamında bir hayli yorulup, huzuru telefonlarında buluyorlar! Peki, böyle ailelerde yetişen çocuklara ne oluyor? Onlarda ailelerinden öğrendikleri bu durumu kopyalayarak, okuldaki yorgunluklarını sosyal hesaplarıyla dinlendiriyorlar. Peki, nereye doğru gidiyoruz farkında mıyız?“Benmerkezci” ve “hedonist” düşünceler tarafından beslenmeye başlanan gençlerin, zamanla “Dünya yansa umurumda değil. Banane.” diyebilecek hale geldiğini görüyoruz. Aslında kimseyi düşünmeme durumunu, demin bahsettiğimiz gibi biz evlerimizde öğretiyoruz. İşten geliyoruz, kahveden geliyoruz, günden geliyoruz ve elimize telefonu alıp, ev halkına “Şuan sizin ihtiyaçlarınız benim umurumda değil. Ben yorgunum. Şimdi beynimi uyuşturmak için biraz sosyal hesaplarıma bakmam lazım.” diyoruz.Peki, sosyal hesaplarımızda ne var? Her an mutlu olan, hayatlarında hiçbir sorun olmayan, parası bol olan, sürekli gezip eğlenen, mükemmel dış görünüşe sahip insanlar! Bu durumlara maruz kaldıkça bir de görüyoruz ki aslında bizde çok mutluyuz, her şey yolunda, eğlence, para, güzellik derken hazzın iyi, acınınsa kötü olduğunu kodluyoruz kendimize ve acıdan kaçınmaya çalıyoruz. Yavaş yavaş bizim dışımızdaki insanların önemsiz olduğunu, bize acı veriyorsa görüşmemize bile gerek olmadığını kendimize kanıtlıyor ve zamanla, acı veren her şeyden uzaklaşıyoruz. Yalnızlaşıyoruz. Yalnızlaştıkça değişen dengelerimizi toparlamak için daha fazla hazza ihtiyaç duyuyor, daha çok tüketiyor, bedensel zevkleri her şeyin önüne alıyor ve sadece bizim olduğumuz bir dünyaya doğru yol alıyoruz.” Tam bu noktada “Kaliforniya Sendromu” ile baş başa kalacağımızı söyleyen Uslu şöyle devam etti: “ Daha çok hazzın peşinde koşan, hayatı bedensel zevkler, güzellik, para ve eğlenceden ibaret görmeye başlayan bireylerin yanında bir insan can çekişiyor dahi olsa umurunda olmaması diye basitçe ifade edebiliriz modern çağın bu sendromunu. Oysa bizim kadim geleneğimizde “Her şey zıttıyla kaimdir. Kıymetlidir.” düşüncesine dayanarak, acının insanı geliştiren, büyüten, olgunlaştıran şey olduğu çokları tarafından deneyimlenmiştir. Oysa bu yeni sendrom tamamen acıdan kaçmaktadır. Daha gelişmemiş, büyümemiş olgunlaşmamış insan, sadece haz peşinde koşarken, bir noktadan sonra elindeki sınırlı kaynakları tüketecek ve sadece yalnızlığıyla baş başa kalacak, daha fazla haz elde edebileceği şey kalmayan insan; intihara kadar sürüklenecektir çünkü daha fazla hazzın olmadığı bir dünya yaşamaya değmez haldedir onun için.”Sosyal medyanın yanında, tüketim çılgınlığının, bedensel zevklere odaklı olmanın da Kaliforniya sendromuna zemin hazırlayan çok temel unsurlardan olduğunu söyleyen Uslu, son olarak şunları ekledi: “Sevgili anne ve babalar sosyal medya’nın sizi dinlendirdiği ilizyonundan kurtulun sosyal medyanın insanı sadece uyuşturduğunu görün. Uyuşmuş olan insan, önüne getirilen her şeyi alma durumundadır. Nereye sürükleneceğinizi kestiremeyebilirisiniz. Ayrıca unutmamalısınız ki çocuklarınız sizi örnek alıyor fakat sizden daha çok tehlikeyle karşılaşma olasılıkları var. Kaliforniya sendromuna karşı, toplum olarak bir şeyler yapmak zorundayız. Benim burada ailelere önerim: çocuklarınıza birbirinizle vakit geçirmenin kıymetli olduğunu, akraba, komşu ya da tanımadığımız kimselere yardımın huzur getirdiğini ve acının kaçınılması gereken değil yaşandığında insanı geliştirip olgunlaştıracak bir şey olduğunu öğretmemiz gerektiğidir.”